Türk İslam kültüründe ve tabii ki bu kültürün bir ferdi olan şairin
düşünce dünyasında Hz. Ömer’in ne ifade ettiği az çok tahmin edilebilir,
buna dair çeşitli yargılarda bulunabiliriz. Klasik edebiyatın beslendiği
gelenek; genelde sahâbîleri, özelde aşere-i mübeşşereyi, bunlar içinde
hasseten Hz. Ömer ve Hz. Ali’yi bir inanç mevzuu haline büründürerek
kelam ve akideye dair eserlerde tartışmıştır. Bu anlayış edebiyat ile daha
öteye taşınarak, tarihî kişiliğiyle bağının tamamen koparılmadığı
efsanevî bir inanışa dönüşmüştür. Şairin muhayyilesinde Hz. Ömer’in,
gerçekliğin de ötesinde efsanevî bir kimliğe büründürülmesi şaşılacak
bir durum değildir ki edebiyat, doğası gereği buna elverişli bir ortama
sahiptir. Nitekim bu çalışmada zaman zaman bu anlayışın izdüşümü
görülecektir. Depremi durduran, yangınlara müdahale eden, yüzlerce
kilometrelik mesafeden ordusunu düşmana karşı koruyan Hz. Ömer,
biraz da şairin Hz. Ömer’idir. Şaire göre o; nurdur, güneş ve aydır,
kutbu’l-aktâbdır.
Vakıa, dinî ve tarihî bir figür olarak Hz. Ömer’in öfkeli kişiliği ve
baskın karakteri ile yürüttüğü nispeten uzun süren idareciliği, tesirleri
günümüze kadar devam eden birçok meseleyi ortaya çıkardı. Bu durum
onun düşmanlarının bir hayli çokluğunu gösterdiği gibi bu düşmanlığın
bir şekilde edebiyata da yansımasını gerektirirdi. Ancak incelenen edebî
müktesebatın coğrafyası ve tarih aralığının, çeşitli sebeplerle bu içerikte
ürünlerin yazılmasına olanak vermediğini görüyoruz. Belki de en nihaye
-
tinde Hz. Ömer, herkes için bir Hz. Ali değildi. Fakat o, bir Muaviye ve bir
Yezid de değildi. Esasen bu çalışma, kültürel olarak yabancısı olmadığı
-
mız bu yaklaşımların edebiyattaki izini sürmeyi, tarihî bir şahsiyet olarak
Hz. Ömer’in, şair ya da edibin dünyasına nasıl aksettiğinin serencamını
tespit ve tahlil etmeyi hedeedi.